Fıkıh

KUR’ÂN’DA FAİZ KAVRAMI VE FAİZ İLE MÜCADELE – Akın Karadeniz

Türkçe sözlükte faiz; “işletilmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, kiralanan paranın kira bedeli; ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr” (1) şeklinde tanımlanmaktadır.

 

Kur’ân-ı Kerim’de faiz yerine ‘Ribâ’ kelimesi kullanılmış ve her türlü ribalı işlem Cenâb-ı Hakk tarafından haram kılınmıştır. Bilindiği gibi bir şeyin nitelikleri değişmedikçe, adının değişmesi, hükmünün değişmesini gerektirmez. Buna göre, ribanın hükümleri aynı hukukî özellikleri taşıyan faize de uygulanır. Bu, icâre akdine, kira akdi demek gibidir ki, her ikisi de aynı anlama gelen sözlerdir.

 

“Ribâ” kelimesi Arapça mastar olup, sözcüğün kökeninde “mutlak çoğalma” anlamı vardır. Ribâ, artma, çoğalma, şişme, gelişme ve karşılıksız fazlalık anlamında (2) Kur’ân’da yer alan bir İslâm Hukuku terimidir.

 

Faiz/Ribâ; en kısa tanımıyla mübâdeleli (karşılıklı değiştirme) akitlerde (sözleşmelerde) taraflardan biri lehine şart koşulan karşılıksız fazlalıktır. 

           

            Ayarları aynı olan 100 gr. altını, vâdeli 110 gram altınla mübadele etmek faizdir.  Böyle bir işlemde 100 gram altın veren, aynı miktarda altın alma hakkına sahip olur. Burada 100 gram altın anapara (re’sül-mal), 10 gram fazlalık ise ribâ adını alır. Yani 100 gram altın borç verip daha sonra 100 gramdan fazla olarak geri almak faizli bir işlemdir. Mallar ya alım satım  ya da ödünç şeklinde değiştirilir. Değiştirilen iki malın birbirinden az çok farkı varsa alım satım olur. Para verip ekmek almak öyledir. Onun peşini de olur, vadelisi de. Aralarında fark bulunmayan mallar ancak vadeli  olarak değiştirilebilir. 50 kglık bir çuval un verip daha sonra aynı özellikleri taşıyan 50 kglık bir çuval unu almak böyledir. Buna ödünç denir. Alım satımdan gelir sağlanabilir. 300 TL’ye alınan bir takım elbise, peşin  350 TL’ye satılırsa 50 TL kâr edilir. Ödüncün peşini olmaz. Hiç kimse, karşılığını hemen ödemek üzere ödünç almaz. Ödünçte ne verilmişse geriye onun dengi alınır. Fazla bir şey şart koşmak faiz olur. Ödünç dışındaki borçlarda da durum aynıdır. Allah Rasûlü (sav) “Faiz  yalnızca borçta olur” (3)  buyurmuştur. Dolayısıyla borçtan gelir sağlamaya yönelik her işlem, faizli işlemdir. Borçtan gelir elde etme ayrı, mal alım satımı ayrıdır. “Alım satım da tıpkı faizli işlem  gibidir.”  diyenler, şeytanın aklını çeldiği kimse gibi davranır. Alım satım ile faizi aynı saymak, gerçekten tam bir yanıltma olur. (4)

 

            Bozkurt “Allah ticareti helâl, faizi haram kılmıştır.” (5) âyetini izah ederken ticaret ve faiz kavramlarını özetle şöyle karşılaştırmaktadır:

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede “ticaret ve helal” kavramlarını, “faiz ve haram” kavramlarıyla yan yana kullanarak, remzen ve manen şöyle der: “Nasıl ki, helal ve haram birbirinin zıddıdır; faiz ve ticaret de birbirinin zıddıdır.” Ticarette bir mal veya hizmet alınır ve satılır. Bu alım-satımdan bir kâr elde edilir. Burada para sadece bir değer ölçüsüdür. Ticareti kolaylaştırır. Faiz ise mal karşılığı bulunmayan paranın kendi kendine nemalanmasıdır. Bu ise parayı araç olmaktan çıkarır, bir mal haline getirir. (6)

       

Riba terimi faiz teriminden daha kapsamlıdır. Kredi faizleri ile borçların vadesinin uzatılmasına karşılık alınan faiz ve ödemeyi geciktirenlere uygulanan temerrüd faizi “Cahiliyye devri ribası” sayılarak haram kılınmıştır.

 

Kurân-ı Kerim’de fâiz anlamında ribâ kelimesi ve türevleri 6 âyette toplamda 10 defa geçmektedir. Bu âyetler şunlardır: Bakara Sûresi; 2/275,276,278 Âl-i İmrân Sûresi; 3/130; Nisâ Sûresi; 4/161, Rûm Sûresi; 30/39

 

Riba Kur’ân’da iki yerde sözlük anlamı olan artma ve çoğalma manasında kullanılmıştır. Bu âyetler “(Allah) Sadakaları artırır.” (7) ve “İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faizli borç Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince; mallarını kat kat artıranlar zekât verenlerdir. ” (8)

 

Riba’nın terim anlamı borçtan elde edilen gelirdir ve faiz denince akla gelen de budur. Kur’ân-ı Mübin’de Bakara Sûresinde faiz/riba ile ilgili şöyle buyurmaktadır.

 

“Faiz yiyenlerin davranışı, şeytanın peşine takılıp aklını çeldiği kimsenin dav­ranışından farklı değildir. Bu onların, “Alım-satım (ticaret) da tıpkı faizli işlem gibidir” de­meleri sebebiyledir. Allah alım-satımı (ticareti) helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Her kime, Rabbinden bir öğüt ula­şır da faize son verirse geçmişte olan kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de de­vam ederse, işte onlar cehen­nemliktir. Hep orada kala­caklardır.” (9)

 

Bu âyette “ticaret de faizli işlem gibidir” diyenler şeytanın aklını çeldiği insanlar olarak nitelendirilmektedir. Alım-Satımdan elde edilen gelir ile faizli işlemlerden elde edilen gelirler birbirlerine benzetilerek ticaret de faiz gibidir demek bir nevi şeytanın oyununa, aldatmasına gelmektir. Günümüzde de maalesef bir kısım insanlar katılım bankalarının murabaha (peşin al vadeli sat) usûlü ile müşterilerine sağladığı mal karşılığı kredi imkânları ile mevduat bankalarının mal karşılığı olmayan tüketici kredilerinin birbirlerine benzetilerek bu işlemleri aynı gibi görmek son derece yanlıştır. Burada katılım bankaları ev, araba, makine vs. gibi alınan malların karşılığı olan bedeli direk bu malları satan kişi veya şirketin hesabına yatırarak bu ticaretin yapılmasını garanti altına alır. Katılım bankaları hiçbir şekilde krediyi kişinin eline nakit para olarak vermez. Fakat mevduat bankaları tüketici kredisini direkt şartları yerine getiren kişinin eline nakit olarak verir ve bu verdiği paranın nerede nasıl kullanılacağını bu para ile ticaret yapılıp yapılmayacağını sorgulamaz ve bu konuda bir garanti de istemez.

 

Yine katılım bankalarının mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) yöntemi ile müşterilerine sağladığı getiri gelirleri ile mevduat bankalarının elde ettiği faiz gelirlerinden mevduat sahiplerine dağıttığı faizin de birbirine benzetilerek bu işlemleri aynı gibi görmek son derece yanlıştır. Burada katılım bankaları mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) yöntemi ile kendisi ile ortaklık ilişkisine giren müşterilerine bu ortaklık neticesinde yapılan ekonomik faaliyetler ile elde ettiği getiri gelirlerinden bir pay vermektedir. Ayrıca mudarebede yapılan ortaklık kâr-zarar ortaklığıdır. Yani ekonomik faaliyetler neticesinde zarar edilirse bu zarar katılım bankaları ve mevduat sahipleri arasında paylaşılır. Diğer mevduat bankaları ise müşterilerine daha paralarını bankaya yatırmadan önce sabit faiz oranları ile faiz geliri vermeyi taahhüt ederler. Katılım bankalarının mevduat sahiplerine dağıttığı getiri geliri ile diğer mevduat bankalarının mevduat sahiplerine verdiği faiz en nihâyetinde aynı miktar ve oranlarda da olsa bile bu sonuca gelene kadar yapılan işlemlerdeki farklılıklar bu işlemleri tamamıyla birbirinden ayırır.

 

Toplumsal konularda benzerliklerden değil farklılıklardan yola çıkarak hüküm verilmelidir. Çünkü birbirine benzer görünen konularda hesaba katılmayan ince bir nüans hadisenin boyutunu tamamıyla değiştirebilir.  Örneğin birbirlerine nikâhı düşen bir erkek ve bir kadın nikâhsız bir şekilde aynı evde yaşar ve birlikte olurlar ise bu eylemin adı gayr-i meşru ilişki yani zina olur. Birbirlerine nikâhı düşen bir erkek ve bir kadın aralarında şartlarına uygun bir şekilde nikâh akdi yaptıktan sonra aynı evde yaşar ve birlikte olurlar ise bu eylemin adı evlilik olur, bir aile yuvasının kurulması olur ki bu ise Allah’ın mühim bir tavsiyesi ve Rasûlullah’ın da kuvvetli bir sünnetidir. Yine bir başka misal verecek olursak; bir kişi yoldan geçerken bir üzüm bağından sahibinden izinsiz bir şekilde bir salkım üzüm alsa bunun adı hırsızlık olur, fakat aynı kişi o üzüm salkımını sahibinden izin alarak alsa bu kez bağ sahibinin ikramı olmuş olur.

 

Cenâb-ı Hakk Bakara Sûresinde “Allah, faizli işleri daraltır, sadakaları ise artırır. Allah, nankörlüğe batmış günahkârların hiç birini sevmez.” (10) ve Rûm Sûresinde ise “İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faizli borç Allah’ın yanında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince; mallarını kat kat artıranlar zekât verenlerdir.” (11)  buyurmak sûretiyle faizden uzak durarak sadaka ve zekâta yönelmenin kişi için çok büyük bir kazanç olacağını beyan etmiştir. Burada zikredilen zarar ve kazanç hem dünyevi hem de uhrevidir. Yerin, göklerin ve yer ve gökler arasındaki her şeyin yaratıcısı Zât-ı Zülcela’l olan Rabbimiz elbette ki yarattığı kulları için neyin faydalı neyin zararlı olduğunu daha iyi bilir ve O Allah ki kulları için onları dara, sıkıntıya ve zarara sokacak bir şeyi asla istemez. Cenâb-ı Hakk Kur’ân’da bir fiili haram kılıyor ise bilinmelidir ki o fiilin insanoğluna birçok zararı vardır ve bu yasaklanan eylemlerden kaçınmak insanoğlunun menfaatinedir. Evet, bu doğrultuda faiz de Allah tarafından haram kılınmış bir eylem olduğuna göre bilinmelidir ki faizin bireysel ve toplumsal ekonomik hayata verdiği birçok zarar vardır. ABD, İngiltere, Almanya, Japonya gibi gelişmiş ülkelerin banka faiz oranlarının oldukça düşük olması hatta bir dönem Japonya’da faizlerin eksiye düşmüş olması da gösteriyor ki yalnızca dini kaygılardan dolayı değil faizin yol açacağı iktisadi, ekonomik ve toplumsal felaketlerin önüne geçebilmek için de bu faiz vebası ile etkin bir şekilde mücadele edilmelidir.

           

            Bozkurt’a göre faizin yol açtığı üç büyük felaket vardır. (12) Bunlar kısaca şöyledir:

Birinci Felaket: Parası olan zengini tembelliğe, tenperverliğe, rahat ve rehavete iter. Çalışmayan ve helal yoldan para kazanmayan adam, çalışmanın önemini ve çalışan adamın kıymetini bilmez. Bu ise zengin ve fakir arasında düşmanlığa sebep olur ki dünya tarihinin en büyük zengin-fakir mücadelesi, sosyalizm ve kapitalizm arasında, geçen yüzyılda gerçekleşmiştir. Binlerce insanın ölümüne, milyonlarca insanın perişaniyetine sebep olmuştur.

 İkinci Felaket: Zengin, gittikçe zengin olur; fakir de gittikçe fakirleşir. Çünkü zengin adamın faizdeki parası katlanarak artar. Bu ise malın maliyetini artırır. Piyasaya üretim darlığı, enflasyon ve hayat pahalılığı şeklinde yansır. Bu neticede fakiri gittikçe fakirleştirir. Zengin ve fakir arasındaki uçurum genişledikçe suç oranı artar, suçlular cesaret bulur, çok büyük sosyal patlamalar ve ihtilallerin zemini hazırlanmış olur.

Üçüncü Felaket: Parasını faize yatıran adam garantili para kazandığından, kendisini riske atıp, yatırım yapmaz. Yatırım ise, işsizlere istihdam, topluma üretim demektir. Yâni ticaret demektir. Faiz arttıkça ve yaygınlaştıkça ticaret yavaşlar, körelir ve yok olur. Ticaret canlandıkça ve piyasa münbit hale geldikçe faiz zayıflar, körelir ve yok olur.

 

İşte faizin yol açtığı böylesi felaketler nedeniyle Hakîm olan Rabbimiz bu faiz vebasından şiddetle uzak durmayı kullarına emretmiş faizden vazgeçmeyenleri ise çok ağır bir şekilde tehdit etmiştir.

 

Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Hakîmde “Ey iman edenler, Allah’a itaatsizlikten sakının! O’na gerçekten iman ediyor ve güveniyorsanız, kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin! Eğer bunu yapmazsanız Allah ve Rasûlünden bir harp ilanını duymuş olun. Tövbe ederseniz, anaparalarınız sizindir; ne zulmeden olun ne de zulme uğratılan.” (13)  buyurmaktadır. Bu âyetlerde faizi terk etmeyenlerin Allah ve Rasûlü tarafından bir savaşla yüz yüze kalacağının ifade edilmiş olması üzerine çokça düşünülmesi gereken bir konudur. Bilindiği üzere harp karşılıklı yapılan bir eylemdir. Yani faizi terk etmeyerek Allah ve Rasûlüne harp ilan etmiş olanlar bilmelidirler ki Allah ve Rasûlü de onlara harp ilan etmiştir. Ve Kur’ân’ın “Allah şöyle yazmıştır: “Ben ve Rasûllerim mutlaka galip gelirim.” Çünkü Allah güçlüdür, her işin üstesinden gelir.” (14) âyeti mûcibince Allah ve Rasûlü ile savaşanlar Allah ve Rasûllerinin mutlaka galip geleceklerini ve bu savaşta kendilerinin de büyük bir hüsrana uğrayacaklarını asla akıllarından çıkarmamalıdırlar.

 

Evet, Kur’ân’da büyük günahlar içerisinde haksız yere adam öldüren kişiden sonra en şiddetli tehdit faiz yiyenlere yapılmaktadır. Nitekim Allah Rasûlü (sav) de “yedi helâk ediciden kaçının!” diyerek sıraladığı yedi helak ediciyi zikrederken de haksız yere bir canı öldürmekten sonra faiz yemeyi zikretmektedir. (15)

 

 Cenâb-ı Hakk yukarıda zikredilen Bakara Sûresinin 278. âyetinde faiz alacaklarından vazgeçmeyi ve 279. âyetinde ise faiz alacaklarından vazgeçmeyenlerin Allah ve Rasûlüne harp ilan etmiş olacağını beyan ettikten sonra hemen akabinde zikrettiği şu âyetler ile adeta faizin yol açtığı toplumsal yaraların tedavisini amaçlamaktadır:

 

“Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır. Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı eksiksiz bir şekilde verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” (16) Bu âyetler bize gösteriyor ki Allah müminleri faizli borç vererek insanları dara sokmaktan menetmekle kalmayıp aynı zamanda borç verilen kişiler darlıkta ve zorlukta ise onlara mühlet verilmesini ve hatta o verilen borcun borçlu kişiye tasadduk edilmesini tavsiye etmektedir. Faizle ilgili Bakara Sûresinin yukarıda zikredilen 275,276,278,279. âyetleri aslında bu sûredeki çok önemli bir pasajın, bir âyet grubunun parçasıdır. Bu pasaj ise Bakara Sûresinin 261 ile 281. âyetler arasıdır. Faizle ilgili âyetler öncesinde Rabbimiz 261. âyetten itibaren Allah’ın bizlere verdiği nimetlerden ihtiyaç sahiplerine Allah rızası için karşılıksız vermeyi ifade eden ‘İnfak’ üzerine önemle ve genişce durmuştur. Ve bu pasajı da yine alacaklı kişiye darlıkta olan borçluya borcun tasadduk edilmesini öğütleyerek bitirmiştir. İşte bu pasajdaki âyetler topluluğu ile Yüce Rabbimiz tıpkı 275. âyette âyet içinde Ticaret-Faiz arasında bir karşıtlık ilişkisi kurduğu gibi İnfak-Faiz arasında da yine bir karşıtlık ilişkisi kurarak faizin açtığı toplumsal yaraların ‘İnfak’ ile sarılabileceğini beyan etmektedir. Faiz ile zengin ve fakir arasında bir çukur açılırken infak ile de fakir ve zengin arasında açılan bu çukurun kapatılması hedeflenmiştir. Yine “İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faizli borç Allah yanında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince; mallarını kat kat artıranlar zekât verenlerdir. ”  (17) âyetinde ise Faiz-Zekât arasında bir karşıtlık ilişkisi kurulmuştur. Ve yine Bakara Sûresinin faiz ile ilgili âyetlerinin hemen ortasında zikredilen “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” (18) âyetinde de Faiz-Zekât arasında bir karşıtlık ilişkisi kurulmuştur.

Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Özelliği kat kat katlanıp artma olan faizi yemeyerek Allah’a itaatsizlikten sakının ki felaha kavuşasınız.” (19) buyurarak biz müminlere felaha yani huzura, mutluluğa, kurtuluşa kavuşmanın bir vesilesi olarak faizden şiddetle sakınmayı emretmektedir.

Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Mübînde “Yahudilere tüm tırnaklı hayvanları haram kıldık. Onlara ayrıca sığır ve koyunun yağlarını da haram kıldık. Sığır ve koyunun sırtlarının ve bağırsaklarının taşıdığı yağlarla, kemiklerle karışan yağlar bunun dışındadır. Bunu onlara azgınlıkları yüzünden bir ceza olarak yaptık. Biz elbette sözünde duranlarız.” (20) buyurmaktadır. Bu âyet-i kerimede bir kısım azgınlıkları dolayısıyla Yahudilere daha önceden kendilerine helal olan bazı yiyeceklerin haram kılındığı ifade edilmiştir. İşte bu âyette zikredilen “…Bunu onlara azgınlıkları yüzünden bir ceza olarak yaptık…” ifadesini Kur’ân bir başka âyette açıklayarak Yahudilere daha önceden kendilerine helal olan bazı yiyeceklerin haram kılınması cezasına neden olan azgınlıkları şöyle beyan etmiştir:

 

 “Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.” (21) Evet bu âyet-i kerimelerde Yahudilere daha önceden helal kılınan bir kısım şeylerin bir ceza olarak haram kılınma gerekçelerinden biri de onların faiz almalarıdır. Burada En’âm Sûresi 146. âyet ve Nisâ Sûresi 160 ve 161. âyetler birlikte ele alınıp üzerine düşünüldüğü zaman görülecektir ki; “faiz alma” günahı zulüm, Allah yolundan alıkoyma ve insanların mallarını haksız yere yeme günahları ile bir arada zikredilmiş ve ayrıca bu büyük günahlar Yahudilerin daha önceden kendilerine helal olan bir kısım şeylerin bir ceza olarak haram kılınmasının sebebi olan ‘azgınlıklar’ olarak beyan edilmiştir. Ayrıca faizin Kur’ân’ın indirilmesinin çok öncesinde, önceki kavimlere de yasaklanmış evrensel bir haram olduğu da yine bu âyetlerden anlaşılmaktadır.

 

Faiz ile Mücadele

 

Bir ülke bir savaş içerisine girdiği zaman bu savaş hali o ülkede nasıl bir tahribat meydana getiriyorsa, faiz de ekonomik düzende ve dolayısıyla da toplumsal düzende bir tahribat meydana getirir. Bir devlet nasıl ki içerisine girdiği bir savaştan en az hasarla çıkmak için topyekûn ve etkin bir mücadele yöntemiyle mücadele etmesi gerekiyorsa aynen öyle de bir devletin ve bir milletin ekonomik hayatı adına bir tehdit olan faiz ile de topyekûn bir seferberlik ile ve etkin bir mücadele yöntemi ile mücadele edilmelidir.  Evet, bir devletin ve bir milletin ekonomik hayatı için yukarıda gerekçeleri ile birlikte ifade edildiği gibi adeta bir felaket olan bu faiz illeti ile mücadele de elbette ki faizsiz bankacılık hizmeti vermeye çalışan katılım bankalarının tek başına yürütebileceği bir mücadele değildir. Çünkü günümüzde dünya ekonomisi ve bankacılık sistemi faiz sistemi üzerine bina edilmiştir. Ülkemiz bankacılık sistemi de devletimizin ve iş dünyamızın dünya ülkeleri ile olan ekonomik ilişkileri dolayısıyla maalesef bu faiz sisteminin bir parçasıdır. Faizsiz bankacılık yapan katılım bankalarımızın ülkemiz bankacılık sistemi içerisindeki yerinin de henüz daha % 5 olması bize gösteriyor ki faiz illeti ile mücadele konusunda yapılması gereken çok şey ve atılması gereken çok adım vardır.

 

Bu adımların belli başlıcalarını özetle şöyle sıralayabiliriz:

  1. Atılması gereken ilk adım olarak faiz ile mücadeleye katkı sunabilecek sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve katılım bankalarının yöneticileri bir araya gelerek faiz ile mücadele konusunda bir yol haritası çıkarılmalıdır.
  2. Faizsiz bankacılığın öneminin topluma anlatılması aşamasında dini söylemler içeren bir dil yerine faiz illetinin ekonomiye verdiği zararların boyutlarını akli ve iktisadi gerekçeler ile ele alan ekonomik söylemler içeren bir dil kullanılmalıdır.
  3. Faiz ile mücadele noktasında ilahiyatçı akademisyenlere nazaran finans ve bankacılık konusunun uzmanı ekonomist akademisyenlerden daha ziyade istifade edilmelidir. Bu noktada akademisyenler, reel sektör temsilcileri ve bankacıların iştirak edeceği sempozyumlar, paneller, konferanslar ve çalıştaylar organize edilmeli ve bu organizasyonlara halk tarafından geniş bir katılımın sağlanması için bu etkinliklerin tanıtımını yapan ciddi reklam ve ilan çalışmaları yapılmalıdır.
  4. Faiz ile mücadele noktasında yazılı ve görsel basın, sosyal medya ve televizyonlar aktif bir şekilde kullanılmalıdır. Faiz meselesinin yol açtığı felaketleri konu alan adeta kamu spotları misali birçok kısa video hazırlanmalı ve bu videolar medya iletişim araçları etkin bir şekilde kullanılarak geniş kitlelere ulaştırılmalıdır.
  5. Faizsiz bankacılık hizmeti veren katılım bankaları ise faize bulaşmadan hizmet kalitesini ve hizmet çeşitliliğini artırarak diğer mevduat bankaları ile yarışabilir ve onlara alternatif olabilir bir noktaya gelebilmelidir. İnsanlar faizsiz bankacılık hizmeti veren katılım bankalarına dini gerekçelerden daha ziyade ekonomik gerekçeler ile yönlendirilmelidir.

Dipnotlar:

  1. TDK; Türkçe Sözlük, 1, K-A, Ankara, 1983, s.375
  2. Bkz. İbn Manzur, Lisan’ül Arap, Riba maddesi
  3. Dârimi. Buyû’, 42
  4. Abdulaziz Bayındır, Kur’ân-ı Kerim’in Açıklamalı Meali, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2003, s. 225,226
  5. Bakara Sûresi; 2/275
  6. Muhammet İlyas Bozkurt, Mukaddime, Revizyon Medya, İstanbul, 2014, s.183,184
  7. Bakara Sûresi; 2/276
  8. Rûm Sûresi; 30/39
  9. Bakara Sûresi; 2/275
  10. Bakara Sûresi; 2/276
  11. Rûm Sûresi; 30/39
  12. Muhammet İlyas Bozkurt, Mukaddime, s.184,185
  13. Bakara Sûresi; 2/278,279
  14. Mücadele Sûresi; 58/21
  15. Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12
  16. Bakara Sûresi; 2/280,281
  17. Rûm Sûresi; 30/39
  18. Bakara Sûresi; 2/277
  19. Âl-i İmrân Sûresi; 3/130
  20. En’âm Sûresi; 6/146
  21. Nisâ Sûresi; 4/160,161

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

three × 1 =

*

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün