Makaleler

Modern, Milliyetçi, Muhafazakâr Din Adamı-Akın KARADENİZ

Asırlardır, İslâm Dünyası Modern, Milliyetçi ve Muhafazakâr bir din adamı modelini oluşturamamanın sıkıntısını çekmiş ve bunun neticesinde de taassuba veya Kur’ân ölçüleri dışında bir rasyonalizme sürüklenmiş din adamları ortaya çıkmıştır. Âlem-i İslâm’ın yeniden dirilişine, Modern, Milliyetçi ve Muhafazakâr unsurları dengeli bir şekilde üzerinde barındıran din adamları öncülük edecektir.

a)Müslüman Din Adamının Modernlik Yönü

Bunlardan birincisi; Müslüman bir din adamının demokrasi, cumhuriyet ve hukukun üstünlüğü gibi modern kavramları benimsemesi ve bu kavramlara sahip çıkmasıdır. Demokrasi, cumhuriyet ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar İslâm’ın özünde zaten vardır. Cumhuriyet ve demokrasi sayesinde, bireysel özgürlükler ve kişisel kabiliyetler gelişir. Fikir ve düşünce özgürlüğünün, kişisel kabiliyetlerin geliştiği bireylerden oluşan toplumlar her zaman diğer toplumlara göre daha hızlı ilerler. “Dinde baskı ve zorlama yoktur. Şüphesiz, doğruluk ve güzellik, çirkinlik ve sapıklıktan net bir biçimde ayrılmıştır.” (1) “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…” (2) gibi âyetler de İslâm’da fikir ve inanç özgürlüğünün teminatıdır.

Müslüman bir din adamı her türlü yeni fikir ve düşünceye önyargısız bir şekilde bakabilmelidir. Müslüman din adamı her türlü ideolojik ve mezhepsel düşüncelerden ve dogmalardan arınmış olarak, bireysel ve toplumsal hayatta karşısına çıkan problemleri çözmede Kur’ân’ın mantığıyla tezyin edilmiş akıl ve bilimi referans edinmelidir. Unutulmamalıdır ki insanlık âlemi asırlar geçtikçe, her geçen gün akli ve bilimsel tecrübeleriyle Kur’ân’ın ön gördüğü medeniyet ölçülerine bir adım daha yaklaşmaktadır. Bundan dolayıdır ki Müslüman din adamı sosyal meseleler ile ilgili içtihatlar yaparken, modern hukukun, ekonominin, sosyoloji ve psikoloji ilimlerinin bilgi birikimlerinden de istifade etmelidir.

Modern bir din adamının özelliklerinden ikincisi ise Müslümanların İslâm’ın özüne aykırı olmamak şartıyla bilim, teknoloji, sanat, müzik, sinema, ticaret gibi alanlarda ilerlemesini teşvik etmesi ve kendisinin de bu alanlardan bir veya birkaçı ile iştigal etmesidir. Bugün 21. asrın dünyasında en mühim silahlar medya, internet, bilişim, sinema gibi sektörlerdir. İşte Müslüman toplumlardaki din adamları, dini tebliğ ederken asrın bu mühim silahlarından istifade etmeli; İslâm Dünyasındaki yetenekli gençleri bu alanlarda başarılı olmaya teşvik etmelidir. Din adamlarının bu teşvikleri sayesinde ise zamanla Müslümanlar bir yandan bilimsel, teknolojik, sosyal, kültürel vb. alanlardaki yenilikleri alıp hayatına tatbik edebilen; bir yandan da her alandaki yeniliklerin, buluş, keşif ve icatların altına bizzat imza atabilen bir konuma gelebilecektir.

İslâm Dünyasında, adeta taassup denizi içinde boğulmuş din adamları, asırlardır müziğe, sinemaya, tiyatroya, resime vb. sanatsal ve kültürel alanlara günah-haram damgası vurmuşlar, bunlarla iştigal edenleri cehennemle tehdit etmişler, bu yönlere kabiliyeti olan gençleri bu alanlardan uzaklaştırmışlar; bunun neticesinde de İslâm Dünyası asrın bu en mühim silahlarını Hakk’tan ve adalet duygusundan uzak insanların ellerine bırakmıştır. Asrın bu önemli silahlarını elinde bulunduran Hakk’tan ve adalet duygusundan uzak insanlar ise insanlığa ahlaksızlıktan, adaletsizlikten, sömürüden, kan ve gözyaşından başka bir şey vermemiştir.

Evet, modernliğin zıttı taassuptur. Bozkurt’un da dediği “Gerçek Müslüman tutucu, bağnaz olamaz. Çünkü İslâm akla, mantığa, bilime, gelişme ve değişmeye son derece açık bir dindir. Tutuculuk, cehaletten ve dini dengeli yaşayamamaktan kaynaklanır. Kur’ân-ı Kerim, her türlü ilmi, hiçbirisini diğerinden ayırmadan, beşikten mezara kadar öğrenmeyi, kadın-erkek bütün ümmet-i Muhammet’e şiddetle tavsiye etmiştir. Kur’ân ilme çok önem verir. Çünkü insan kâinatı, tabiatı, insan bedenini, ruhu öğrendikçe Allah’ı (cc) tanır; ilimde yükseldikçe Allah’a (cc) yaklaşır; cehalette derinleştikçe Allah’tan (cc) uzaklaşır.”(3) İşte bundan dolayıdır ki Cenâb-ı Hakk “Kulları içerisinde Allah’tan ancak âlimler hakkıyla korkar.” (4) “..De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” (5) buyurmuştur.

Müslüman toplumlardaki taassup ve yobazlık, yanlış dini inanışlara dayandığından yani din eksenli olduğundan dolayı bütün bunların izalesi de elbette ki doğru dinin yani Kur’ân İslâmı’nın insanlara anlatılmasıyla mümkün olacaktır. Bunu da yapacak olanlar, elbette ki Modern, Milliyetçi ve Muhafazakâr bir vizyona sahip din adamları olacaktır.

b)Müslüman Din Adamının Milliyetçilik Yönü

Milliyetçilik özelliği; Müslüman din adamının modernlik ve muhafazakârlık özelliklerinin bir arada oluşabilmesini destekleyen ve hususen yaşadığı vatan topraklarında farklı etnik kökenlerdeki insanlar arasında huzur, barış ve kardeşliğin tesisinde önemli bir rol oynayabilmesini sağlayacak bir özelliktir.

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık…”(6) âyetinin de ifade ettiği gibi Allah, insanları milletlere, kavimlere bölmüş ve böylece birbirlerini tanımalarına imkân vermiştir. Farklı kültürlerdeki milletlerin birbirleriyle tanışmaları sayesinde kültürel etkileşimler meydana gelir ve bu kültürel etkileşimler sayesinde de üst kültürler ve üst medeniyetler oluşur. “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.”(7) âyeti farklı milletlerin ve dillerin varlığını Allah’ın delillerinden birisi olarak zikretmektedir “O, sudan bir insan yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”(8) âyetinden de anlaşılacağı üzere milliyeti inkâr ederek, insanları soysuzlaştırıp tek bir millete mensup kılmaya çalışmak Kur’ân’a aykırı bir davranıştır.

Yukarıda zikrettiğimiz âyetler de açıkça ortaya koymaktadır ki her insanın mensubu olduğu bir millet vardır. Bir insanın mensubu olduğu milleti sevmesi, o milleti yüceltmek için çalışması ve İslâm’ın özüne aykırı olanları ayıkladıktan sonra kendi milletine ait örfü, âdeti, geleneği, kültürü yaşatma gayreti içerisinde olması kadar tabii bir şey olamaz. İşte bu müspet milliyetçiliktir. Menfi milliyetçilik ise üstün ırk anlayışı ile hareket ederek her şart ve ahvalde kendi ırkını haklı ve üstün görmektir ki bunun diğer adı da ırkçılıktır. Hz. Peygamber de “Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir; ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen bizden değildir.”(9) hadisi ile İslâm’ın ırkçılığa şiddetle karşı olduğunu ortaya koymuştur. Söz konusu hak, hukuk ve adalet olduğunda asla milliyete, dile ve dine bakmamalı her zaman haklı olanın yanında olmalı, değil kendi milletimize mensup öz evladımız veya babamız dahi olsa eğer haksızsa ve zalimse karşısında olmalıyız.

Bozkurt’un da dediği gibi “Müsbet milliyetçilik birleştirir. Tatlı rekabetin önünü açar. Kavimlerin ve milletlerin gelişmesini ve ilerlemesini sağlar ve en önemlisi üst kültürün oluşmasına katkıda bulunur. Böylece kavim ve milletlerin bir çatı altında toplanmasına vesile olur. Menfi milliyetçilik ise ırkçılık duygusuna ve bu duygunun verdiği cesaret, hoyratlık ve saldırganlıkla faşizme neden olur. Menfi milliyetçilik insanları kavim kavim böler ve birbirine düşman eder. İnsanların kalbine kin ve nefret tohumu eker. Üst kültürün oluşmasında ve dünya medeniyetinin gelişmesinde en büyük engeldir. Ve İslâm dini zinhar bu milliyetçiliği haram kılmıştır.” (10)

Müslüman din adamının benimseyeceği milliyetçilik modeli, Osmanlının mükemmel bir şekilde uygulamış olduğu, İslâm’ın da özünde bulunan, bir arada yaşamaya, kardeşliğe, hoşgörü ve müsamahaya dayalı yani, bir vatan parçası üzerinde yaşayan insanların, dili, dini, ırkı ve rengi ne olursa olsun, hiçbir ayırım yapmadan, herkesin adalet önünde eşit olduğu ve herkesin dinini, inancını, özel hayatını istediği gibi yaşayabildiği bir milliyetçilik modeli olmalıdır.

Müslüman din adamı milliyetçilik özelliği ile Emevi Devletinin selefi din adamlarının yaptığı gibi mensubu olduğu milletin İslâm’a aykırı olan örfüne, âdetine sahip çıkmamalı aksine onlarla mücadele etmelidir. Bediüzzaman Said Nursi’nin de dediği gibi “Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler.”(11) Müslüman din adamı milliyetçilik özelliği ile mensubu olduğu milleti bayrağına, vatanına, milli değerlerine, diline, İslâm’a aykırı olmayan örflerine, geleneklerine ve kültürel unsurlarına sahip çıkmaya teşvik etmelidir.

c)Müslüman Din Adamının Muhafazakârlık Yönü

Müslüman din adamı muhafazakâr kimliğiyle, imanını ve imanına bağlı olarak ahlakını, kişisel ve toplumsal faziletinin kalitesini, en üst düzeyde tutabilmelidir. Müslüman din adamı manevi, ahlaki ve insani değerler bakımından da her düşünceden insanın takdirini kazanmasına vesile olacak emniyet, ehliyet, liyakat, adalet, merhamet, sabır, nezaket, nezahet ve nezafet gibi vasıflara sahip olmalıdır ki yaşadığı toplumda fıtri bir lider olabilsin. Müslüman din adamı dini tebliğ ederken daima “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla istişare et…”(12) âyetine göre hareket etmeyi kendine şiar edinmelidir. Ayrıca Müslüman din adamı “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”(13) âyetinin ihtarını dikkate almalı ve anlattığı dini en güzel bir şekilde yaşayarak da insanlara örnek olmalıdır.

Müslüman din adamının muhafazakârlığı Kur’ân’ın ve Sahih Sünnetin ilke ve prensiplerinin çizdiği çerçevenin dışına asla çıkmamalıdır. Takva olma adına, kraldan kralcı bir tutumla, Allah Resulü (sav)’in yapmadığı ibadetleri veya bir takım fiilleri topluma dinin bir gereğiymiş gibi anlatarak insanların gözünde dini ve ahlaki yaşamı zorlaştırmamalıdır. Nitekim Hz. Peygamber “Ben, Allah’tan, hepinizden daha çok korkarım, O’ndan hepinizden daha fazla çekinir ve sakınırım. Lakin ben, (nafile) orucu bazen tutarım, bazen de tutmam, (gece) namazını bazen kılarım, bazen de kılmam, uyurum. Hanımlarla da evlenir (ve birlikte olurum). Kim benim bu sünnetimden yüz çevirir (ve kendine göre bir yol izlemeye kalkarsa), biliniz ki o, benden değildir.”(14) buyurmuştur. Bu noktada Müslüman din adamı Kur’ân’ın “Yüzünü Allah’ın fıtratı olan hanif dinine çevir ki Allah insanları bu fıtrat üzere yaratmıştır.”(15) buyruğu gereğince Hanif İslamını benimsemeli ve “Haramlığı bildirilenlerin dışında bütün nimetler size helâl kılındı”(16) ‘‘Allah’ın sana verdikleri içinde Âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma…”(17); ‘‘De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında müminler içindir…”(18) “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.”(19) gibi âyetleri kendisine rehber edinerek İslam’ı tebliğ etmelidir. Müslüman din adamı Kur’ân merkezli bir fıkıh, tefsir ve hadis usulü anlayışına ve günümüz sorunlarına cevap verebilecek, güncel meselelere yönelik problem çözümleri yapabilecek kıvrak bir zekâya sahip olmalıdır.

Bugüne kadar muhafazakârlık adı altında adeta Müslümanların dini yaşantılarını felce uğratan, Müslümanlara yüzlerce batıl inanç ve hurafeyi din diye sunan, ‘dünyada mutlu olan âhirette mutlu olamaz’ felsefesiyle inananların sağlıklı bir dünya-ahiret dengesi kurmasının önüne geçen, özellikle de kadın konusunda fıtrata ters bir muhafazakârlık anlayışı benimseyerek Müslüman kadını sosyal hayattan tecrit eden mutaassıp zihniyet, maalesef Kur’ân merkezli fıkıh, tefsir ve hadis usulü anlayışından uzak olan zihniyettir. Bozkurt’un da dediği gibi“Kur’ân’ın mantığını, ruhunu ve metodunu kavramadan emr-i bil ma’ruf, nehy-i an’il münker niyeti ile tebliğ yapmaya kalkan adam; cerrahlık taslayarak ameliyat yapmaya çalışan, acemî ve tecrübesiz bir doktora benzer.Unutulmamalıdır ki; yarım hoca dinden, yarım doktor candan eder!” (20) “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı”(21) mısralarıyla Mehmet Akif’in de ifade ettiği gibi Müslüman din adamının din anlayışının merkezinde Kur’ân olmalıdır.

Müslümanları medeniyetin zirvelerine çıkaracak en büyük faktör; geleneksel İslâm’ın handikaplarından kendini kurtarmış, Kur’ân’ın ilke ve prensiplerini kendisine rehber edinmiş, Kur’ân İslâm’ının fıkıh metoduyla yetişmiş, ‘Allah Resulü (sav) bugün, 21. asırda yaşıyor olsaydı nasıl bir İslâm Medeniyeti inşa ederdi?’ sorusunun cevabını bulabilmiş, O’nun (sav) şekline, şemaline, kılığına, kıyafetine takılı kalmayarak, O’nun (sav) dünya görüşünü, hayata bakış açısını, yaşadığı zamanın sorunlarına getirdiği çözümlerin arkasındaki ilkeleri idrak etmiş; dünya-ahiret dengesini kurabilmiş, hem modern, hem milliyetçi, hem de sağlam dini bilgilerle donanmış, manevi ve ahlaki fazileti yüksek, hitabetiyle, zekâsıyla, nezaketiyle, empatisiyle, sempatisiyle, giyim kuşam tarzıyla, beyefendiliği ve hanımefendiliği ile insanlar arasında adeta bir cazibe merkezi haline gelmiş ve birisinin dediği diğeriyle çelişmeyen, genç, dinamik bir din âlimleri ordusunun yetiştirilmesi faktörüdür. İşte bu vasıflara haiz din bilginleri nesli toplumdaki taassubu kırar; belki bin tane general, bin tane bilim adamı bir araya gelerek bir adamın fikrini değiştiremez –çünkü o fikriler dini bir inanış haline gelmiştir– ama din öyle bir güçtür ki bir din âlimi, bir milyon adamın kafasını, zihniyetini değiştirebilir.

 

Unutulmamalıdır ki İslâm toplumlarında büyük inkılâpların yapılabilmesi ve Âlem-i İslâm’ın yeniden dirilişi Modern Milliyetçi ve Muhafazakâr din adamlarının dünya sahnesindeki yerini almasıyla mümkün olabilecektir.

Dipnotlar:

1.Bakara Sûresi; 2/256
2.Kehf Sûresi; 18/29
3. M. İlyas BOZKURT, Mukaddime, s. 86
4. Fâtır Sûresi, 35/28
5. Zümer Sûresi; 39/9
6. Hucurât Sûresi; 49/13
7. Rûm Sûresi; 30/22
8. Furkân Sûresi; 25/54
9. Müslim, İmâre 53, 57; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7; Nesâî, Tahrim 27, 28
10. M. İlyas BOZKURT, Mukaddime, Sf: 166
11. Said Nursi, Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Üçüncü Mebhas, Üçüncü Mesele
12. Â’l-i İmran Sûresi; 3/159
13. Saff Sûresi; 61/2,3
14. Buhari, Nikah, 1; Müslim, Nikah, 5
15. Rûm Sûresi;30/30
16. Hac Sûresi;22/30
17. Kasas Sûresi; 28/77
18. A’raf Sûresi; 7/32
19. Bakara Sûresi; 2/256
20. M. İlyas BOZKURT, Mukaddime, s.10
21. Mehmet Akif ERSOY, Safahat

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

ten − 3 =

*

Kapalı

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün